19 Şubat 2009 · 4 dakika
Ben Bir Eşcinselim
“Ben Bir Eşcinselim” desem elbette yalan söylemiş olurum. Hayır, bir eşcinsel değilim. Ama bu durum annemle babamdan böyle gördüğümden ya da toplumun etkisiyle buna zorlandığın için değil, cinsel tercih eğilimim bu yönde olduğu için.
“Ben Bir Eşcinselim” desem elbette yalan söylemiş olurum. Hayır, bir eşcinsel değilim. Ama bu durum annemle babamdan böyle gördüğümden ya da toplumun etkisiyle buna zorlandığın için değil, cinsel tercih eğilimim bu yönde olduğu için.
Karşı cinsten bir sevgili edinmek benim eğilimim olduğu gibi, kendi cinsimden bir sevgili edinmek de benim eğilimim olabilirdi. Elbet kendi hem cinslerimle daha iyi geçinebileceğimi düşünebilir ve hayatıma bu yönde yön verebilirdim. Eksikliklerimi başka bir hemcinsimin kapatabileceğine inanabilir ve kendi cinsimden bir sevgilim olabilirdi.
Eşcinsellere olan azami derecedeki olumsuz yaklaşımı bu yüzden ben kabul edemiyorum. Taklitçi beyinler, herşey de olduğu gibi bunda da elektrikli ve dikenli tellerle çevrili sınırlar çiziyorlar. Herkesin karşı cinsten sevgilisi olmasını şart koşuyor, sadece karşı cinsle evlilik yapanları tebrik ediyor ve eşcinsel yönelimli kişileri neredeyse linç ediyorlar. Bu sadece ülkemizde değil, dünyanın bir çok yerinde bu şekilde.
Genellikle örf ve âdetlere uygun olmadıkları dile getirilse de, bence dinsel bir karşı çıkma bu. Dinlerin bir çoğunun bu konuda ciddi sınırlamaları olduğu savunulur. Savunulur diyorum çünkü bunun bu kadar basit olduğunu düşünmüyorum. Bu tür kısıtlamaların sonradan dinlere eklendiğini ya da dönemin şartlarında daha iyi niyetli amaçlarla dinlerin içine katıldığına kendimi inandırmaya çalışıyorum.
Sadece İnsanız
Düşünün bir kere; insana kadın ya da erkek olmasını hissettiren şey hormonlarımız. Erkeklerde farklı, kadınlarda farklı hormonlar çeşitli nedenlerle fazla salgılanmakta ve sonuç olarak kendimizi erkek ya da kadın olarak hissetmekteyiz. Cinsiyetin tayininde en önemli organlar olan penis ile vajina bile birbirlerinin kopyası. Tek farkları bu üreme organının erkeklerde dışarı, kadınlarda ise içeri doğru olması. Bundan sonra hormonların kontrolünde çeşitli özelleşmeler olmakta ve kadın ile erkek şekillenmekteler. Yani insan sadece insandır. Kadın, erkek ya da ara cins diye sınıflandırmak açıkçası yanlıştır.
Her bireyin cinsiyet ayrımı yapılmaksızın sadece insan olduğunu anlayıp kabul ettiğimizde ise “eşcinsellik” konusunda ikinci bir adım atabiliriz. İlk adımda ön planda olanın cinsellik olmadığını, cinsel anlamda ortak kökenden gelmiş olduğumuzu anlamış olduk.
Ruhlarımız ve Düşüncelerimiz
İkinci adım; ruhsallık ve düşünsellik. Bir ilişkiye fiziksel çekimle başlamış, kendimize göre en güzeli ya da en yakışıklıyı seçmiş olabiliriz. Ama uzun süreli ilişkilerde fiziksel özellikler önemini yitirerek, yerini ruhsal ve düşünsel özelliklere bırakır. Ruhen ve aklen barışık olduğumuz, iyi anlaştığımız, birbirimizin kalbini kırmaktan çekindiğimiz, birbirimizin düşüncelerine değer verdiğimiz kişilerle uzun süreli ilişkiler yaşarız. Peki ruhların ve düşüncelerin cinsiyeti var mıdır? Elbette yoktur.
Az önce insanların da cinsiyetlerinin olmadığını görmüştük. Bu durumda homoseksüel ilişki yaşayanların, heteroseksüel olanlardan gerçek manada hiçbir farkları yok. Görünürdeki fark, taklitçi zihniyetlerin insanları sınıflandırmak ve kendi muhteşem egolarını tatmin etmek için oluşturdukları bir hiçlik sadece.
Bu bağlamda, eşcinsel olarak nitelendirilen bireylere yapılan haksızlığı kabul edememem gerçekten çok normal. Eşcinsellere ve aslında cinsiyetsizliğe her zaman destek oldum. Dikkatinizi çekmiştir, blogumun orijinal logosunda bir gökkuşağı var. Bu gökkuşağı blogumda tüm renklere yer verdiğimin ufak bir simgesi, tıpkı insanları tüm insanlara ve onun düşüncelerine yer verdiğim gibi.
Uzun süredir bu konuda yazmayı düşünüyordum ama kafamı toplayamamıştım. Bu konuda yazmamın nedeni, takip ettiğim bloglar arasında yazılarını severek takip ettiğim eşcinsel arkadaşlarımın varlığı. Peki neden bu eşcinsel arkadaşlarımızın bloglarını ilgi ile takip etmekteyim? Cevap aslında çok basit ama detaylı olarak açıklamak isterim:
Hemcinslerimin blogları genellikle akla hitap eden içeriklere sahip. Teknoloji, internet ve tasarım dünyası, pazarlama ya da modern dünyanın diğer meşguliyetleri ile örülü. Pek bir azı kişisel dünyasına inmemize izin veriyor, belki de yanlış anlaşılacaklarını düşündükleri için bazı yazıları yazmaktan uzak duruyorlar. Karşı cinslerimin blogları ise genellikle ruha hitap eden içerikle dolular. Şiirler, hikayeler ya da resimler ve müzikler. İçeriklerinin birçoğu eposta gruplarında ya da internette dolaşan ve artık ezberlediğimiz dökümanlardan oluşmakta.
Hemcinslerimin ve karşı cinslerimin blogları için “genellikle” ifadesini özellikle kullandım. Elbette iki taraf için de yine severek takip ettiğim bloglar mevcut, hem akla hem ruha hitap eden.
Peki ya eşcinsel arkadaşlarımın blogları? Bu blogların çok daha farklı bir tatları var. Ruh ile akıl kesin çizgilerle ayrılmıyor, iç içe. Bazı noktalarda benim blog tutma mantalitemle uyumlular; her konuda sınırlar çizmeden yazmak ve paylaşmak. Kısaca her birisi gökkuşağının tüm renklerini güzel bir uyumla içlerinde barındırıyorlar ve bu özellikleri ile beni sıkı takipçilerinden biri yapıyorlar.
Dilerim bilgilerimi ve düşüncelerimi yeterince açık ve net olarak sizlerle paylaşabilmişimdir.
Sevgi Kalplerinizden, Aklınız Beyninizden Hiç Eksik Olmasın… Ötekileştirmeyin, Ötekileşmeyin…
nakhar
Perşembe, Şub 19, 2009