18 Ekim 2017 · 5 dakika
#MeToo - Sapık Bir Taksici ve Korkutucu Bir Gece
Başımdan geçen bu korkutucu cinsel saldırı deneyiminin üzerinden 10 yılı aşkın süre geçti. Ancak halen gece tek başıma taksiye binmem ve ayaklarıma kuvvet yürürüm.
ABD’li Hollywood filmleri yapımcısı Harvey Weinstein hakkındaki taciz iddiaları sonrasında Alyssa Milano, kadınlardan #MeToo (Ben De) etiketiyle yaşadıkları cinsel saldırı deneyimlerini paylaşmalarını istedi. Twitter’ın verilerine göre; erkekler de %30 oranında bu kampanyaya katılım gösterdi.
Bu vesile ile #MeToo diyerek ben de başımdan geçen, korkutucu bir cinsel saldırı deneyimini paylaşmak istiyorum. Üzerinden 10 yılı aşkın süre geçti, hala gece tek başıma taksiye binmem, ayaklarıma kuvvet yürürüm.
O Korkutucu Hikaye…
Yaşım 20… Yıl 2005, aylardan Temmuz…
Arkadaşlarla Taksim’de eğlendik. Gece 2’de onlar Cihangir’deki evlerine geçtiler, bense Şişli’de kaldığım yere gideceğim. Taksim, Şişli arası yürüyerek taş çatlasa 40dk sürer, ben de başladım yürümeye.
Harbiye Ordu Evi’nin oraya geldiğimde bir sarı taksi yanaştı yanıma, pencereden kafayı uzatıp:
“Şişli tarafına gidiyorsun sanırım, benim yolumun üstü bırakayım. Yürüme gece gece.” dedi.
“Gerek yok, her zaman yürüdüğüm yol teşekkür ederim.” diye teklifi geri çevirdim.
“Taksimetre açmayacağım, günü kapadım zaten. Eve gidiyorum ben de, hırlısı hırsızı çok olur bu caddenin.” dedi. İçimden “Neyse bineyim yolunun üstüymüş zaten.” diye geçirerek “Tamam öyleyse…” dedim ve arka kapıya yöneldim. “Yok yok ön tarafa geç, şoförmüşüm gibi oluyor sevmiyorum öyle.” dedi. Ben de geçtim öne oturdum ve hareket ettik.
Doğrudan Şişli’ye gitmek yerine Pangaltı ara sokaklarına daldı ve koltuğunun yan kısmındaki bira kutusunu göstererek “Ana caddede polis çevirme yapıyordur, aralardan gideyim.” dedi. Ses etmedim, içimden “Şişli şurası zaten, inerim birazdan.” diyordum.
Pangaltı’nın ara sokaklarını sakin sakin dolanmaya başladık, bir taraftan da anlatıyor. Orhan’mış ismi, evliymiş, Marmara Üniversitesi’nde bir oğlu varmış, o nedenle öğrencinin halinden anlarmış. Aslında plaka kendisininmiş, taksiye çıkmaya ihtiyacı yokmuş ama haftasonları böyle alırmış taksiyi dolaşırmış İstanbul’da falan da filanmış. Dolana dolana Taksim’e de geri döndük, o içmeye devam ediyor. Gece taksicilerinin tümü içermiş zaten, polis çevirmezmiş, çevirse bile ses etmezmiş. Taksicilerin yanından geçerken iyice yavaşladı, korna ve bira kutuları ile şerefe yaparak selamlaştılar.
Bunlar yaşanırken karmaşık ruh halleri içerisindeyim tabii. Polis ses etmiyorsa, niye girdik ki ara sokaklara diye düşünürken, diğer yandan yeni şeyler öğreniyorum fena mı diyorum. O zamanlar bazı geceler sokaklarda sabahlar, sokağın insanları ile sohbet eder, İstanbul’un gecelerini dinlerdim. Şimdi artık İstanbul’un geceleri korkutuyor beni. Ama yeni şeyler öğrenmeyi ve keşfetmeyi hala seviyorum.
Neyse sonra dedim ki “Geç kalıyorum çok vakit geçti, Şişli’ye gidecektim ama şu an başladığım yerdeyim.” Taksici “Kusura bakma haklısın, ayıp ettim.” dedi ve Taksim’den çıktık. Ve saçmasapan bir yere geldik… Kapkaranlık, kocaman bir yoldu burası. Eyüp tarafları diye hatırlıyorum, ama sorup mu öğrendim, yoksa yolu takip ederek mi bu sonuca vardım bilmiyorum.
“Niye buradayız?” diye düşünürken taksici bana dönerek “Hayatımda senden güzelini görmedim.” diye saçmasapan bir iltifatta bulunup sağ eli ile bir anda şeyimi avuçladı. Şok oldum, “Hayır!” dedim, kapıya yapıştım, soğuk soğuk terlerden boşandı bir an sırtımdan. 1.83 boyundaki herif, koltuğun üçte birini doldurmaz olmuştu artık, büzüşmüş kalmıştım.
“Hayır! Ne yapıyorsunuz?” derken aklımdan bin türlü şey geçiyordu. Yanımdaki evli ve üniversitede oğlu olduğunu iddia eden taksici niyeti bozmuştu, büyük ihtimalle en baştan beri niyeti bozuktu. Bununla birlikte, saçmasapan ve kapkaranlık bir yoldaydık, bizden başka herhangi bir araç gözükmüyordu. Şimdi araçtan bir şekilde insem bile bu yol da hiç güvenli durmuyordu. Bir çıkış yolu bulmalı, bu durumdan ve buradan kurtulmalıydım. Dakikalar, belki de sadece saniyeler, saatlere dönüşmüştü ve risk alıp dedim ki:
“Aslında yeni şeyler denemeyi severim, ama bugün hiç modumda değilim, yorgunum da… Siz telefonunuzu verin, keyfimin yerinde olduğu bir gün buluşalım.”
Bu cümleleri nasıl bir araya topladığımı bilmiyorum. Farkında olduğum bir şey vardı sadece, inatlaşırsam zorla yapacaktı. Yapacak ve bu kapkaranlık yola bırakıp gidecekti. Oysa umut verirsem, belki elinden kurtulabilirim diye düşündüm. Saçmalamış da olabilirim, ama aklıma daha iyi bir çözüm gelmedi.
“Ama…” diye itiraz edecek oldu.
“Ama şimdi gerçekten hiç modumda değilim. Lütfen zorlamayın…” diye yineledim.
“Tamam.” dedi yarım ağız ve ekledi “Sen araba kullanmayı biliyor musun?”
“Ne alaka?” diye geçirdim içimden ama ters cevap vermek istemedim “Hayır.” dedim.
“Öğreteyim sana.” dedi, “Nasıl olacak o?” dedim.
“Yerleri değişeceğiz, sana araba kullanmayı öğreteceğim.” dedi.
“Tamam.” dedim, taciz etmeye kalkarsa, bariyerlere dalarım diye düşünerek.
Bu arada gerçekten de araba kullanmayı bilmiyordum, hiçbir araba kullanmışlığım yoktu. O gece arkadaşlarla içtiğimiz üç dört biraya kadar hiç alkol de almamıştım. Kafam güzel değildi ama, sonradan deneyimlerek öğrendiğim gibi alkol eşiğim bir hayli yüksek, genetik bir yatkınlık sanırım. Belki gereğinden fazla sakin davranmamda etkisi olmuştur ama sanmıyorum.
Hayatımda ilk defa bir aracın direksiyonuna geçtim. Dört kutu bira tüketmiş halde, yani alkollü olarak. Yanımda sapık bir taksici, altımda sarı bir taksi. Kapkaranlık kocaman bir yolun ortasında, aklımda bin türlü düşünce ile. Bir şeyler anlattı, bir şeyler gösterdi, ne anlattı ne gösterdi hiç hatırlamıyorum. Tek hatırladığım 100km’yi aştığımız, sonra durduk, yerleri değiştik tekrar.
Israrları bitmedi ama taksicinin… “Öğrencisin, paraya ihtiyacın vardır, 100 TL vereyim bir otele gidelim.” dedi. “İhtiyacım yok, teşekkür ederim.” dedim, “Bugün gerçekten olmaz, söz veriyorum arayacağım sizi.” Israr ettikçe ısrar etti, ben de tüm güleryüzümle ve sevimliliğimle inatlaşmamaya çalışarak, kafasının tepesine attırmamaya çalışarak hayır dedim.
Tüm bunlar olurken sabah oldu, gün ağarmıştı. Yine Şişli tarafına geldik, yollar kalabalıklaşmaya başlamıştı. Kırmızı yandı, beklemeye başladık. Ben saniyeleri sayıyordum, 3, 2, 1 ve kapıyı açıp hızla koşmaya başladım. “Hey nereye?” diye bağırdı arkamdan. Ama başka arabalar vardı, arkamdan gelemezdi. Sadece yayaların geçebileceği aralardan koştum, koştum, nefesim tükenene, artık koşamayana kadar koştum.
Durduğumda karmakarışıktım… Neler olmuştu öyle?… Karmakarışık bir geceydi…
Belki tecavüzle bitebilecek bir geceden, nasıl akla hayale gelmeyecek şekilde kurtulabilmiştim ki?
Hayatımda pek çok sözlü tacize de uğradım, ama bu anlattığım en kanlı canlısıydı…
Tacizin ya da tecavüzün kadını erkeği yok.
Bir tane lanet olasıca sapık var, o kimi ya da neyi gözüne kestirirse artık…
“Tacize uğramış, ama kız da o kadar açık giyinmeseymiş, şortu da çok kısaymış.” diyen birileri ile karşılaştığımda boğuveresim, o laflarını boğazlarına düğümleyiveresim geliyor.
Sapıklar ve “giymeseymiş, yapmasaymış, etmeseymiş"ciler, lanet olsun hepinize…
Dilara Altaş
Pazar, May 6, 2018